BİN LİRALIK DAL
Günlerin uzamasıyla tramvay seferleri epey erkene alındı ve ben uykumu alamaz oldum. Hele haftasonları gece seferleri de eklenince sarhoşu eksik olmaz oldu. Ah ben iki sokak geriye konuşlanacaktım ki o zaman keyfim paşada olmazdı. Kader işte. Pazar günü sakin geçiyor neyse ki. Pazartesi ben de işe gidecekmişim gibi dinç kalkıyorum. Giyinmek, yemek yemek, yola koyulmak gibi işlerim olmayabilir ama bunu yapanların binlercesini görüyorum. Hepsini ezberledim. Hatta içlerinden bir kaç yüz tanıdık sayılır artık. Kimisi için ¨ne zamandır görünmüyor¨ bile diyebiliyorum. Fakat yeni nesil biraz farklı. Okul paydos ettiği vakitlerde sırtıma çizik atan mı ararsın kutu fırlatan mı. Hiçbir şey yapmazlarsa en az iki sigara söndürürler üstüme.
Yine bir kaç serseri kız geliyor işte. Uykularını alamamışlar belli yanımdan geçip gittiler. Geçenlerde biri yamacımda ağlamaya geldi. Koşa koşa gelip yüzünü bana verince bir an ümitlendim. Seslendim ama nafile. Kaç yaşına geldim hala istemsiz deniyorum. Olmuyor, sesimi kimse duymuyor. Azcık kımıldayayım, ona destek olayım istiyorum, mümkün değil. Hepi topu iki yaprak dökebildim üstünden. Kız daha da ağladı, gitti.
Bunun gibi binlerce beden geçti yanımdan. Kimisi uzun kaldı kimisi kısa, en uzun kalanı geceden sabaha dibimdeki çimende uyumuştu. Biri de bir kez halimi hatrımı sormadı. Cevap veremem elbet ama bir bakış bir dokunuş da kafiydi.
Birkaç yıldır her sabah ve akşam yanında bir kadınla gelen genç bir adam var. Bir ara gelmez oldu, bir kaç gün sonra ise yalnız gelip gitmeye başladı. Her sabah dokuzda altımdaki tramvay durağından işe gider. Baş harfi T. Bir kaç kez boynundan sarkan kimliğindeki yazıları okur gibi olmuştum ama çok hızlı geçtiğinden görememiştim. Tarık mıdır, Tarkan mıdır... Döndüğünde sanki daha zayıf gibiydi. T’nin bana bir zararı olmamıştır , efendi çocuğa benzer. Bizim kedi var burada, mahallenin muhtarı sanır kendini. T. sever durur kediyi gelip geçtikçe. Arada kimse görmezken konuştuğunu da gördüm. “Nasılsın kara hanım, çok mu tatlıymışsın sen?” diyordu. Kara da nasıl nazlı nazlı miyavlıyor. Aynı dili konuşmuyorlar ama T. anlıyor onu belli. Ben de miyavlayabilseydim... Belki yaradılışımla barışma vaktim gelmiştir. Kırk yıldır insanoğlunun binlercesini gördüm. Öfkelisini de mutluluktan sarhoşunu da.
Güvenlik görevlisi işe yeni alındığında tam bir ay kendini yırttı bir günaydın duyabilmek için. Artık duyunca da o ses etmiyor. Alıştı çünkü. Birbirine selam vermeyen insanlar bir oduna mı verecek? “Teşekkürler ağaç bey havayı temizleyiverdin Allah razı olsun.” mu diyecek? Varsa yoksa para.
....
PARA.
Sahi para!
Şu bankamatiğin her gün onlarca gelen gideni var. Benden daha çok insana dokunuyor. Kimse bir ağacın başında iki dakika durmaz. Arada tepesinden görüyorum, içine yığınla para koyuyorlar. Paranın neye benzediğini çok iyi bilirim, buralarda düşüren çok oldu. Şu dallarımdan yaprak yerine para çıksa insan etrafımda pervane olmaz mıydı?
Aylardan Mart, karar verdim. Birkaç haftaya tomurcuklar patlar. Para vereceğim bu sene, yaprak değil. Dal benim dalım, ben ne istersem o olurum. Sabahtan akşama paradan başka birşey düşünmedim. Şansıma o kadar çok para düştü ki sağıma soluma her detayını ezberledim. Resimlerini, numaralarını, renklerini günlerce kafamda canlandırdım durdum. Bir haftaya dallarımdan bir kaçındaki tomurcukları aralanmıştı. Kimisi yeşillenmeye başlayan yapraklardı, bazılarıysa yine yaprağa benziyor ama mavi veya turuncu renklerdeydi. Saydım, sekiz taneydi. Ertesi sabaha epey baş vermişler, artık Atatürk’ün yüzü, çenesine dek ortaya çıkmıştı. Kendime güveniyordum ama yine de gördüklerim karşısında hayrete düştüm. Dilim olsa sevinç çığlıkları atardım. İki haftanın sonunda paralarımın sayısı yapraklarımınkini epey geçmişti. Yüz ve elli liralık banknotlar gıcır gıcır sallanıyordu dallarımda. Güneşin ilk ışıklarıyla bandrolleri parlıyordu. En çok altın renkli ellilikler dikkat çekiyordu. Bir an paraları harcayacak olan benmişim gibi heyecanlandım. Saymak kolay değildi ama tahmin ediyorum beş-altı bin lira ederdi.
Şimdi geriye meyvelerimi sunmak kalmıştı. Saat sekiz gibi bir temizlik görevlisi belirdi. Yüzlüklerden birini atıverdim hemen. Adam parayı uçarken görmesine rağmen kafasını kaldırıp da bakmadı. Epey bir etrafı inceledi, kimsenin olmadığına emin olunca da mutlu mesut koydu cebine. Günün gerisinde de bir kaç kişiye para gönderdim, hemen hemen hepsi de aynısını yaptı. Bu durum canımı sıkmaya başlamıştı. Düşündüğüm kadar kolay olmuyordu. Paralarımın tamamını veriversem kesin fark edilirdim lakin o zaman da paraları alır giderler, ben dökündüğümle kalırdım. Altın yumurtlayan tavuğu kesmeye niyetim yoktu. Akşama kadar siftahını yapan gitti.
 İş çıkışı saatlerinde T. vagondan indi. Bu kez cömert davranmaya karar verdim çünkü ona güvenebileceğimi biliyordum. Önce bir yüz, ardından da elli lira döktüm. Üçüncüye gerek kalmadan T. durumda bir tuhaflık sezdi ve paraların geldiği yöne, bana baktı. İlk kez göz göze geldik. Bu benim bir insanla ilk iletişimimdi. T.’nin ifadesi birden ciddileşti, telaşla etrafına bakınmaya başladı. Bir sağa bakıyor bir bana, bir sola bakıyor bana. Dallarımda süzülen paraları fark etti. Elinde yüz eli lirasıyla yanıma yaklaştı. Önce gövdeme dokundu gerçek olup olmadığımı anlamak istercesine. Elleri o kadar sıcaktı ki. Bir şeyler mırıldanıyor ama deli gibi görünmemek için sesini çok çıkarmıyordu. Sanki istesem konuşabilirmişim gibi sessiz kalmayı seçtim. Etrafımda dolaşıp dallarıma bakmaya başladı. Ağzı dakikalarca açık kaldı. Ben olsam ben de alay edildiğini sanırdım. Kendimi gülmemek için zor tuttum.
İş çıkışı saatlerinde T. vagondan indi. Bu kez cömert davranmaya karar verdim çünkü ona güvenebileceğimi biliyordum. Önce bir yüz, ardından da elli lira döktüm. Üçüncüye gerek kalmadan T. durumda bir tuhaflık sezdi ve paraların geldiği yöne, bana baktı. İlk kez göz göze geldik. Bu benim bir insanla ilk iletişimimdi. T.’nin ifadesi birden ciddileşti, telaşla etrafına bakınmaya başladı. Bir sağa bakıyor bir bana, bir sola bakıyor bana. Dallarımda süzülen paraları fark etti. Elinde yüz eli lirasıyla yanıma yaklaştı. Önce gövdeme dokundu gerçek olup olmadığımı anlamak istercesine. Elleri o kadar sıcaktı ki. Bir şeyler mırıldanıyor ama deli gibi görünmemek için sesini çok çıkarmıyordu. Sanki istesem konuşabilirmişim gibi sessiz kalmayı seçtim. Etrafımda dolaşıp dallarıma bakmaya başladı. Ağzı dakikalarca açık kaldı. Ben olsam ben de alay edildiğini sanırdım. Kendimi gülmemek için zor tuttum.
Dallarım o kadar yüksekteydi ki zıplamayı denemedi bile. Yetişemeyeceğini biliyordu. Önce yerden küçük bir taş alıp dallarımdan birine fırlattı. Kuşlarımı kaçırdı. Bir ellilik düşürmeyi de başarmıştı. Sevinçe ellerini yumruk yaptı. Tuhaf karşılamadım sonuçta amaç buydu. Sonra daha büyük bir taş seçti ve canımı fena yaktı. Bu kez paramı alamayınca daha da hırslandı. İnsanların dikkatini çekmekten ölesiye korkuyordu çünkü meyvelerimi kimseyle paylaşamazdı. Hava kararınca bu kez bir tuğla fırlatıp bin liralık dallarımdan birini kopardı. İyice kendinden geçmişti. Paralar olmasa beni ateşe bile verirdi. Dehşet içinde işkencesinin bitmesini bekledim, ben de inat ettim. İlk kez bir insanın bu kadar dikkatini çekmiştim ve her şeye katlanmaya hazırdım. Bu yüzden taş, sopa, ayakkabısı ne varsa yedim. En büyük dalımı kırdığında artık beni benim silahımla vurmaya başladı. Paralar ceplerinden taşmak üzereydi fakat T.’nin aklı hala dallarımdakilerdeydi. Gün doğmaya yakın artık ne meyvelerim kaldı ne de dallarım. T. yorgun ve mutlu evine dönerken eskisinden de fakir kalakaldım.


Farkındalık Yaratma ve Dayanışma Derneği (A-Fark) 1. Ulusal 'Fark Et' hikaye yarışmasında 4.lük ödülü alan hikaye.
YanıtlaSil