Kayıp Dinozor



     
   Mario yeni işinin ilk günü için gereğinden çok daha erken saatte uyandı ve kendine güzel bir kahvaltı hazırladı. Gömleğini kirletmemek için gösterdiği özen biraz stres yaratıyordu. ¨Keşke giyinmeyi kahvaltıdan sonraya bıraksaydım¨ diye düşündü. Henüz bir rutini olması mümkün değildi tabii. Zamanla öğrenecekti. Kahvaltısı bitince yine gerekenden daha erken bir saatte yola koyuldu. ¨Lütfen işte ilk günü olan yalnızca ben olmayayım¨ diye dua etmeye başladı. Kişiyi en rahatlatan şey kendi gibilerle bir arada olmaktır. Durağa vardığında işe gitmek için bekleyenleri gördü. ¨İşe giden herkes nasıl bu kadar sakin ve normal davranabiliyor?¨ Kendinden başka herkesin hayatı yolunda gibiydi. Otobüse binmek tahmininden daha zordu çünkü şehir hayatına pek alışkın değildi. Sanki kuyruğu ondan bağımsız hareket ediyor gibi birkaç kişinin bacağına çarptı. Yolcular bunu dikkatsizlik olarak algıladı ve içten içe kınadı. Otobüsün arkasına doğru daha sakin bir yer buldu. Boş koltuklar olmasına rağmen ayakta kalmayı tercih etti. Pencereden dışarıyı izlerken çok yakın olmamasına rağmen, upuzun burnundan çıkan sıcak nefesle cam buğulanmaya başladı. Hemen sırtını pencereye döndü. Durağı kaçırmamak için çok dikkatli olmalıydı çünkü ilk günden geç kalmak en büyük korkusuydu. 
      Adeta birkaç dakika gibi süren yolculuğun sonunda kuyruğuyla birini rahatsız etmekten imtina ederek kaçarcasına indi. Bahçeden binaya geçerken küçük göletin üstündeki köprüden yürümeyi tercih etti. Kısa bir süreliğine de olsa dikkatini dağıtacak bir şey olsun istedi. Yeni ayakkabısının topuk sesi nemli tahtalardan tok sesler çıkardı. Bu tahta sesi kulağına kendinden emin bir profesyonelin topuk sesiymiş gibi geldi ve onu ürpertti. Ona ait değilmiş gibiydi. Binaya girdiğinde gözü birkaç tanıdık şeye takıldı. Görüşme için geldiğinde ona yardımcı olan sekreter bunlardan biriydi. Girişteki yangın söndürme tüpü bile gözüne bir dost gibi sıcak görünüyordu. Zaten buraya dair bildiği en eski şey bunlardı. Yalnızca bir kez görmüş olmasına rağmen sığınacak başka bir şeyi olmadığından bunlarla yetindi. 
      ¨Günaydın, ben Mario. Arşiv personeli olarak geçen hafta işe alınmıştım. Bugün ilk günüm.¨ Ne saçma bir girişti. Bundan daha ‘çaylağım’ diye bağıran bir cümle olamazdı.
      ¨Günaydın bay Mario hoşgeldiniz. Bugün aynı ekipten bir arkadaşımız size eşlik edecek. Dilerseniz üçüncü kattaki ofisinize yerleşebilirsiniz. Bay Zen birazdan burada olur.¨
¨(Ofise yerleşmek mi? Hem de tek başıma? Bu mümkün           ¨Teşekkürler, bay Zen’i beklesem daha iyi.¨     
     
    Cümlesini bitirir bitirmez ¨Bay Mario? Değil mi?¨ diye bir ses solunda belirdi. En azından ilk etapta korkunç biri              
gibi görünmüyordu. Zen, onun tanıdığı ikinci en yakın şey olmuştu bile.
¨(Ah Zen! Ne olur bana yardım et, bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Korkuyorum. Kendi kuyruğuma dahi hakim olamıyorum.)¨ diyerek ona sarılmak isterdi. Ama bunun yerine:
¨Merhaba, ta kendisi¨ gibi küstah görünmek için debelenen zavallı bir cümle kurdu.
    
      Birlikte arşiv ofisine vardıklarında Zen centilmen bir şekilde eliyle odaya buyur etti. Ofisin duvarlarına dönük şekilde boydan boya masalar dizilmişti. İlk etapta sayamayacak kadar çoktu ama sanıyordu ki on iki-on üç kadardı. 
Güya erken geldiğini düşünüyordu fakat kapıda sakinleşmek için geçirdiğini sandığı birkaç dakika o kadar da kısa değildi. 
     Neredeyse bütün masalarda birileri vardı. ¨Merhaba arkadaşlar günaydın, bu yeni çalışma arkadaşımız Mario. Bugün itibariyle bizim departmanımızda görev alacak.¨
Hepsi bir ağızdan merhaba, hoşgeldiniz, memnun oldum dediler. Her masaya hızlıca göz atıp hepsine gülümsemeye çalıştı. Onlar da gülümsüyordu fakat hiçbirinin gözlerine doğrudan bakamadı. Bir an önce bu göz gezdirme ve kafa sallama merasimi son bulsun istedi. Pencere kenarındaki masa ne yazık ki doluydu. Ona da bir yanındaki masa kalmıştı. Çalışanlar birbirlerine epey yakın oturuyorlardı. Bu iyi miydi kötü müydü? 
      Sanki hiçbir şey olmamış gibi rutinlerine devam ettiler. Günlük konuşmalar, günaydınlar, kahveler, işe başlamalar. Onun için bu kadar tüyler ürpertici olan şey bir başkası için nasıl sıradan olabiliyordu? Endişesi gittikçe arttı. Bu işi isteyerek doğru olanı yapıp yapmadığını bilemezdi sonuçta ilk işiydi. Şuan patronu gelip ¨Mario, üzgünüm ama bir hata yapmışız. Burada çalışman mümkün değil. Affedersin.¨ dese koşarak evine gider, yatağına saklanırdı. Sürekli birşeyler yapıyormuş gibi görünmeye çalıştı. Eli ayağına dolanıyordu. Fakat bunlar dışarıdan hiç belli olmuyordu. Hatta bazılarınca kendinden emin ve soğukkanlı olarak bulunmuştu bile. Kendini iyi hissetmek için hayvanat bahçesinden getirdiği birkaç hatıra da onu yarı yolda bırakmış, ona hiç yardımcı olmamıştı. Oradan ayrılırken acaba ailesi destek oluyormuş gibi görünüp içten içe gitmesini hiç istememişler miydi?  Bu iç kararması bu yüzden miydi? Hayvanat bahçesindeki hiçbir canlı şimdiye dek avlanmak zorunda kalmamış, tabii bir çoğu da av olmaktan kurtulmuştu. Bu tehlikelerden uzak yaşamak keyifliydi. Günah çıkarmak istercesine oradayken hiç mutsuz olmadığını fakat çocukluğundan beri duvarın diğer tarafını hep merak ettiğini söyledi durdu içinden. Bu kötü kaderde bir yanlışlık olduysa şayet, sahip olduklarına hiç burun kıvırmadığını tanrıya da hatırlatmak istedi. Hissettiği şey pişmanlık değil, sahip olduklarının değerini bilememek hiç değildi. 
        Yürümek dahi herkesin yapabildiği ama onun beceremediği birşey gibi görünüyordu. Şunlara bak nasıl da profesyonelce atıyorlar adımlarını. Nereye gideceklerini nasıl da biliyorlar. Kimi odadan çıkıyor kimi fotokopi makinasına yürüyordu. Kalemleri, fincanları, kağıtları öyle iyi tutuyorlardı ki Mario bir an prova etmek istercesine kısa kollarını kımıldattı. Sanki o an yerinden kalksa bir daha oturamayacak kadar beceriksiz hissetti. Zaten şu lanet kuyruğu zar zor sabitlemişti.
     ¨Bu senin bilgisayarın. Mesai bitimine kadar gerekli programlar yüklenmiş olur. Deneme süresince koordinatörler yeni başlayanlarla sık sık görüşme yaparlar ama endişelenme bunlar başlarda denetim amaçlı değildir. Sana işi öğretecekler.¨ 
     ¨(Anlamıyorsun. Ben aslında burada yokum. Geçip gideceğim buradan.)¨
     ¨ Şimdi ilk birkaç hafta benim dosyalarımın takibini yapar bir yandan da kendininkileri onlara uygun düzenlersin. Bak onları buradan bulabilirsin...¨
     ¨(Gitmek istiyorum. Kuyruğuma dikkat et. Eve gitmek istiyorum. Ben sizden biri değilim. Olmayı istemiyorum.)¨
    ¨Her cuma ve çarşamba akşamları rapor toplantılarımız olur. Burada gelenektir. O günlerde ya domates ya da sebze çorbası çıkar. Kışları inanılmaz iyi gidiyor.¨
    ¨(Çorba mı? Ben hayatımda çorba içmedim ki? İşte! Buraya ait olamayacağımın bir kanıtı daha.)
     
    Zen’in bu söylediklerine yalnızca kafa salladı. Çorbadan bahsederken gülümsemesi gerektiğini farketti fakat o süreyi çoktan kaçırmıştı. Sekreterin çağrısı neyse ki bu sohbeti sonlandırdı. ¨Bu çiçekler size geldi bay Mario.¨ Bunun için heyecanlanmadığını söyleyemeyiz. Siyah küçük zarfı çabucak açtı. Zarftan çıkacak olan şeyin ¨Sevgili Mario oraya ait olmadığını biliyoruz lütfen bize ulaş seni almaya gelelim. Annen ve baban¨ gibi bir geri dön çağrısı olmasını umdu. 
   ¨Sevgili Mario, kendine açtığın her yolun en heyecanlı destekçileriyiz. Başarılı olacağına tüm kalbimizle inanıyoruz ve daima seninleyiz. Annen ve baban. -Poznan Ulusal Hayvanat Bahçesi¨ 
     Ailesinin bu güzel desteği nasıl olur da onu yaralardı? Annesini ve babasını sayıklayarak ağlamak istedi. Oradan neden çıkmak istediğini unutuyor gibiydi. Şimdi gidip bodrum katına ya da bir depoya saklansa, telefonunu kapatsa onu kim bulup bir daha işe getirebilirdi ki? Yanına birkaç günlük, yok en az bir haftalık yiyecek alır ortalık sakinleşince çıkar izini kaybettirirdi. Ah ne harika geliyordu kulağa. En son saklanmayı düşündüğünde muhtemelen altı-yedi yaşlarında olmalıydı. Ne çocukça... Şimdi orada olsam ne yapıyordum diye düşündü. Belki fillerle boğuşuyor belki de bakıcısını ve onun getireceği atıştırmalıkları heyecanla bekliyordu. Mirket dostları kesin öğle uykusundaydı. 
    Şimdi bir yetişkin olma zamanıydı. Yetişkinler bu gibi hislerin bizi hayatta zaman zaman ziyaret edeceğini ve bir gün elbet gideceğini bilirdi. Kendi hayatını kazanmak ve güçlü biri olmak için dünyasını genişletmek istemişti fakat bu kadar zor olacağını tahmin etmiyordu tabii. Mesainin sonu geldiğinde kimisi derin bir oh çekiyor kimisi aceleyle ceketini giyiyordu. Mario kendini hala buz gibi hissediyordu. Yarın ve her gün yeniden buraya gelecek olduktan sonra saatin beş olmasının ne önemi vardı? 
       Telaşsızca kendini yoğun trafiğin akışına bıraktı. O akşam eve döndüğünde cesur davrandı ve ilk çorbasını yaptı.        

Yorumlar

Popüler Yayınlar