Kelebek ve bir bölü üç
İsmim Noah. Okula gitmek için her sabah hava aydınlanmadan uyanırım fakat çarşamba sabahları her zamankinden daha karanlıktır. Diğer günler dünyayı kurtarmak için planlar yaparken çarşamba günleri bir fareye dönüşmek için can atarım. Matematik derslerinde sınıfın en gıcığı Penny’nin dahi tahtaya kalkmasını istemem. Bense matematik öğretmenimin bana soru sormasındansa en sevdiğim oyuncaklarımı bir daha görmemeyi tercih ederim. Bazen dua ederken kendi kendime şöyle derim; “Bir daha asla karamelli dondurma yeme fırsatım olmasın hatta Yıldız Savaşları’nın yeni filmine gidemeyeyim ama ne olur tanrım beni seçmesin!” Bazen gerçekten şanslıyımdır. Bir keresinde iki hafta üst üste hiç tahtaya kalkmadım. Verdiğim yeminler gerçek olacak diye başta biraz endişelenmiştim ama olsun. Kararım kesin.
Bu sabah yine kimse benim kadar mutsuz görünmüyor. Neredeyse herkes sohbet ederken gülümsüyor. Gerçekten kimsenin umrunda değil mi? Yoksa benden başka herkes çok mu cesur? Çabucak sınıfıma girip yerime oturdum. Dün ne kadar güzeldi ve yarın ne kadar güzel bir gün olacak. Keşke bugün için de aynısını söyleyebilseydim. Matematik öğretmenim bay Levin bugün tam bir dakika gecikti. Bu çok sık yaşansa da her seferinde ümitleniyorum. İshal olduğu için okula gelemediğini hayal etmeden duramıyorum.
“Günaydın çocuklar!”
“Günaydın bay Levin!”
“Oturun.”
Korkunç kahverengi deri çantası tıpkı bir hayvan ölüsüne benziyor. İçinde kim bilir ne kadar can sıkıcı eski püskü problem vardır. Bay Levin gözlüğünü takmadığı sürece sıradan bir insandır. Fakat gözlüklüyken çocukları sıkıntıya sokmak için rakamlarla bir olan gaddar bir adama benzer.
“Ondalık sayılardan devam ediyoruz...”
Sanki geçen çarşamba birkaç dakika önceymiş gibi, yarım kalan bir cümlesine devam eder gibi pat diye konuya girer. Hem ondalık sayı da neyin nesi? Yazdığı şeyleri kaçıncı kez işliyor olursak olalım benim için daima yabancıydı. Tuhaf formüller, birbirinden karmaşık semboller,rakamlar... Acaba ben okulda yok muydum diye düşünmeme sebep oluyor. Birkaç ay önce konumuz kümelerken her şey ne kadar güzeldi. Kimi zaman birleşen kimi zamansa kesişen sorunsuz şirin daireler, sizi o kadar özlüyorum ki... Kümeler konusunu bitirdiğimiz günden beri hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
“Şimdi, geldik problemlere.”
Oh hayır, işte başlıyoruz! Tahtaya süratle birşeyler yazmaya başladı. Haydi dur artık dedikçe problem uzamaya devam etti. Bir an tahtaya sığmayıp duvara, oradan da pencereden bahçeye çıkacak diye endişe ettim. Artılar, eksiler, kesirler, parantez içleri... Derste öyle tuhaf şeyler yapılıyor ki bazen ben hariç herkes uyduruk bir problemi çözdüğünü iddia edip, uyduruk cevaplar veriyormuş gibi hissediyorum. Ama artık akıllandım. Ben de aynısını yapacağım.
“Noah?”
Hayır hayır olamaz! Buna hiç hazır değildim. Henüz adaklarıma ve dualarıma başlamamıştım bile. Neyse ki bir derste birden fazla kez yerin dibine geçmiyordum. Tanrının da bana acıdığı zamanlar oluyordu. Cevabı bulanlar kendi aralarında birbirlerini ezercesine parmak kaldırıyorlardı. Bu nasıl mümkün olabilir? Cevabı bu kadar kolay bulmuş olabilirler mi? Sınıftan koşarak çıkamayacağıma ve zilin çalmasının da mümkün olmadığına karar verince, karnımda ağır bir hisle ayağa kalktım.
Hafifçe gözlerimi kısarak tahtadaki saçma sapan şeye bakıyordum. Bazen baştan sonra bazen sondan başa öylece izliyordum. Beceremeyeceğimden o kadar emindim ki yalnızca rolümü iyi yapmaya odaklandım. Hafifçe dudaklarımı oynatıyor, gördüğüm bazı rakamları kaşlarımı çatıp birbiriyle topluyordum. Bay Levin doğru cevabı vereceğim konusunda heyecanlıymış gibi görünmeye çalışıyordu.. Oysa onu hiç hayal kırıklığına uğratmaz ve hep yanlış cevabı verirdim. Acaba o da bana soru sormak yerine bir daha kaşlarını boyamamayı tercih eder miydi? Ben yanıtlamayı geciktirdikçe cevabı bulanların hem sayısı hem de iştahları artıyordu. Artık bir kaçı kendini tutamayacak hale gelmiş ve cevabın ilk harfini ağızlarından çıkarmaya başlamışlardı. Tuhaf bir şekilde tıslıyorlardı. Beslenmeyi bekleyen tüysüz yavru kuşlar gibi görünüyorlardı. Ayak parmaklarımı sıkıyor ve yüzümün kızarmaması için dua ediyordum. Sessizlik tuhaf bir hal almadan önce “Bin iki yüz” deyiverdim. Kelimenin sonuna da sanki gerçekten hesaplamışım gibi ‘pek emin değilim’ bakışı koydum. Birkaç kişi gerçekten kıkırdadı mı yoksa paranoya mı yapıyorum emin olamadım.
“Yanlış.”
Bu kelimeyi duyduğumda hissettiğim rahatlama kırgınlığımın önüne geçiyor. Çünkü bu benim özgürlüğümü geri veren kelime. ‘Yanlış’ o kadar güzel bir kelime ki... Eğer dersin başlarında yanlış yaparsanız pek azar işitmezsiniz. Fakat defalarca anlatmasına rağmen hata yapan dördüncü veya beşinci kişi olursanız o zaman birkaç alaycı hakarete hazır olun. Bay Levin’in arkadaşlarınızın bile size gülmesini sağlayacak kadar yaratıcı hakaretleri vardı. Hatta bazen siz bile gülüyormuş gibi yapmak zorunda kalırsınız. Böyle durumlarda dilinizle dişlerinizi saymaya çalışmak iyi bir taktik. Epey dikkat gerektiren bir iş. Benim oturmamla bay Levin bir başkasına söz vermiş olacak ki “ÜÇ NOKTA SIFIR YEDİ!” diye bir ses sınıfta yankılandı. Bay Levin sevinçle “Doğru!” dedi. Bay Levin’in takımı yine kazanmıştı. Üç nokta sıfır yedi de neyin nesi? Ne tavşan olur ondan ne de bir ayı. Normalde bu kadar utandığım pek söylenemez ama iki cevap arasındaki fark, kelebek ve bir bölü üç kadar alakasızdı. Sıradaki soru üç nokta sıfır yediyi ikiyle çarpmaktı ve bu problemin talipleri de çoktan belliydi.
Sıramı saldığım için artık kendimi defterimi karalamaya verebilirdim. Normalde defterleri severim fakat matematik defterim tam bir felakettir. Son sayfaları bölme işlemi yapamadığım için çizdiğim çubuklarla dolu. Yirmi yedi bölü üç işlemini rakamlarla yapamadığımdan, yirmi yedi tane çizgiyi üçer üçer ayırıp saymak benim en büyük icadımdı. En azından konu bölme olduğunda epey geç kalsam da cevabı bulurdum. Bir de ilk sayfalardaki kümeler konusu ve çizimlerim oldukça özenliydi. Gerisi yarım kalmış veya şiirlerle tamamlanmış problemlerle doluydu. Bir yenisi de o gün ekledim.
Cebimden bir sayı çıktı,
Ne yapsam bilemedim
Üç nokta sıfır yedi
Aslında rakamlar tanıdık,
Ama o nokta da neyin nesi?
Ne saçma bir sayı bu böyle?
Uzaydan mı geldin derhal söyle!
Cebimden bir sayı çıktı,
Ne yapsam bilemedim
Ne saçma bir sayı bu böyle?
Ne şiir olur ondan ne de bir şarkı!
Şimdi ikiyle çarpsam seni
İki nokta mı eder yani?
Saate baktığımda zilin çalmasına bir dakikadan az kaldığını gördüm ve bay Levin ise şimdi biraz daha yorgun görünüyordu. Kravatını gevşetmiş hala hırsla tahtaya hızlı hızlı birşeyler yazıyor, yazısı dersin başındakine oranla iyice kötüleşiyordu. Yemek bekleyen obur kuşları şevkle besliyordu. Yazdıkları sanki tavana kadar yetişecek ve en sonunda bir merdivene ihtiyaç duyacaktı. Göz göze geldik ve ona içimden küfürle karışık veda etmeye hazırlanırken tahtadakilerin ev ödevim olduğunu öğrendim. Anlamadığımız bir şey olup olmadığını sordu. Bir keresinde cesurca davranıp anlamadığımı söylediğim olmuştu. Belki her zamanki gibi kafa sallayıp geçiştirmezsem gerçekten anlayabilirim diye düşünmüştüm ama maalesef ki üçüncüde de anlamayınca gerçeği kabul edip doğruyu söylemekten vazgeçmiştim. Çarşamba günlerinin de iyi yanı olduğunu düşünürüm. Eğer çarşamba günündeysek bitmesine az kalmıştır ve bir yenisinin gelmesine daha altı gün vardı. Artık dünyayı kurtarma planlarıma geri dönebilirdim.




Yorumlar
Yorum Gönder